30.03.2014

Ruh Üzerine


Ruhunuz var mı? Felsefeye, modern bilime ve geleneksel dine göre hayır. Bu yazıda geçen sene çıkmış bir felsefe makalesi (Johnson, 2013) eşliğinde neden böyle olduğuna bakacağız.
  
Burada geleneksel ruh anlayışını ele alıyoruz. Buna göre ruhlar maddi olmayan varlıklardır ve bedenden ayrılabilirler. Dolayısıyla ruh inancı bir tür iki tözcülük (substance dualism) inancıdır: Ruhların kütlesi yoktur ve boşlukta yer kaplamazlar. Gene bu görüşe göre ruhun işlevi zihinsel faaliyetleri yürütmektir: Duyular, duygular, anılar, kişilik özellikleri, akıl yürütme ve karar almadan hep ruh sorumludur. Beyindeki faaliyetler ruhu etkiliyor olabilir ama ruh beyin olmadan da iş görebilir. Kişi öldüğü ve beyin çürüdüğü zaman ruh zihinsel faaliyete devam eder. Mesela eski ölmüşlerle karşılaştığı zaman sevinç hissi duyabilir.

Geleneksel ruh anlayışı dediğimizde bunu kastediyoruz. Bu anlamda bir ruh olmadığını düşünmek için ne sebep var? En başta felsefi sebepler.

Felsefe

İçebakışla bir zihnimiz, kişisel tecrübelerimiz olduğunu fark edebiliriz. Ama içebakış bize bir ruhumuz olduğunu gösteremez. Ruhun varlığını göstermek için felsefi argümanlar gerekir. Bu tür argümanlar ileri süren en ünlü felsefecilerden biri René Descartes. Descartes Meditasyonlar kitabında zihnin bedenden ayrı var olabileceğini ve dolayısıyla ruhun var olduğunu savunmak amacıyla birkaç argüman ileri sürmüştü. Bunlardan birine göre bir bedenimiz olduğundan şüphe edebiliriz ama bir zihnimiz olduğundan şüphe edemeyiz. Ayrıca beyni parçalara bölmek mümkündür ama zihin bölünmez bir bütündür. Şu halde zihin bedenden ve beyinden ayrı bir varlığa sahip olmalıdır.

21. yüzyıldan geriye dönüp baktığımızda bunların ne kadar zayıf argümanlar olduğunu hemen fark edebiliriz. Mesela Muhammed Ali’nin boks şampiyonu olduğundan şüphe etmezken Cassius Clay’in boks şampiyonu olduğundan şüphe edebiliriz. Bu Muhammed Ali'yle Cassius Clay’in aynı kişi olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla “şüphe edilebilirlik” nesneleri birbirinden ayrıştırmayı sağlayabilecek bir kriter değildir. Ayrıca bugün bilişsel bilimlerdeki ve beyin bilimlerindeki gelişmelerden hareketle zihnin bölünmez bir bütün olmadığını da biliyoruz: Beynin değişik kısımlarının hasar görmesi bazı özel zihinsel fonksiyonlarda aksamaya yol açabiliyor.

Ruhun varlığını savunan argümanların zayıf kalmasının yanında ruhun var olamayacağını göstermeye yönelik güçlü argümanlar da var. Bunların başında ruhun bedenle ve beyinle nasıl bir nedensel ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla ilgili güçlükler geliyor. Mesela ruhum karar veriyor ve kolumu kaldırıyorum. Neden başkasının değil de benim kolum kalkıyor? Ruhumu başkasının değil de benim bedenimle ilişkilendiren şey nedir? Benim ruhumun benim bedenime başkalarınınkinden daha yakın olması bir cevap olamaz çünkü geleneksel anlayışta ruhun uzayda bir yeri yoktur. Ruhu bir şekilde beyinle yakın ilişki içinde olacak şekilde konumlandırsak bile fiziksel olmayan bir varlığın fiziksel beyinle nasıl etkileşime girebildiği Descartes’tan beri cevaplanamayan bir soru. Bu tür bir nedensel etkileşimin fiziksel dünyadaki enerjinin korunumu kanununu ihlal edecek olması da cabası. (Kuantum teorisini kullanarak bu güçlükleri aşmaya çalışmanın neden beyhude bir çaba olduğunu anlatan bir makale için bak: Neuroscience, quantum indeterminism and the Cartesian soul)
  
Bilim

Bilimsel verilere baktığımızda benzer bir durumla karşılaşıyoruz: Ruha atfedilen fonksiyonların hepsi aslında beynin yürüttüğü fonksiyonlar ve dolayısıyla ruh kavramının açıklayıcı bir değeri yok.

Nöropsikolojideki en ünlü vakalardan biri 19. yüzyıl demiryolu işçisi Phineas Gage vakası. 1848’deki bir kazada fırlayan bir demir çubuk Gage’in yanağından girip kafasının tepesinden çıkmış, beyninin prefrontal korteks kısmını parçalamıştı. Gage kaza sonrası hayatta kalmayı başardı ama kişiliği tamamen değişti. Kibar, saygın ve sorumluluk sahibi biriyken küfürbaz, saldırgan ve dürtüsel bir insana dönüştü. Bu vaka bize ahlaki değerlerin ve kişilik özelliklerinin bile beyinden kaynaklandığını gösteriyor.

Aslında çok daha basit örnekler bile ruh hipotezi için sorun yaratıcı niteliğe sahip. Mesela vücut dışı tecrübelerde insanlar vücutlarını (ve dolayısıyla beyinlerini) aşağıda bırakıp sadece ruhları sayesinde kendilerine yukarıdan baktıklarını iddia ediyorlar. Oysa biliyoruz ki görme korteksi hasar gördüğü zaman insan kör oluyor. Hasar görmüş bir beyinle (ama sağlam bir ruhla) bile görmek imkansız hale gelebiliyorsa beyinsiz görmek nasıl mümkün olabilir? (Ayrıca bak: What Science Really Says About the Soul)
  
Bu örnekler insanın zihinsel faaliyetlerini açıklamak için ruh hipotezine ihtiyacımız olmadığını gösteriyor. Ama ruha ihtiyacımız yok demek ruh yoktur demekle aynı şey değil. Beyin hasar gördüğünde kendini gösteremese bile ruh hala oralarda bir yerde saklı duruyor olamaz mı? Ruh işini görmek için beyni araç olarak kullanan ve aracı bozulduğunda doğal olarak işini göremeyen bir varlık olamaz mı? Olabilir tabii. Bu dünyada mümkün olabilecek şeylerin sınırı yok. Ama bu fikri bilimsel açıdan ciddiye almak için bir sebep yok.

Din

Günümüzde geçerli olan dinsel görüşlerin tarihsel kökenini bilmeyenlere şaşırtıcı gelebilir ama bu yazıda ele aldığımız anlamıyla ruh kavramı tek tanrılı dinlerin kutsal metinlerinde de yer almaz.

Tevrat’ta “ruah” ve “nefeş” diye geçen ve genellikle ruh diye çevrilen kelimelerin asıl anlamı nefes veya hayattır. Tevrat’ta ölümsüz ruh anlayışı olmadığı gibi ölümden sonra hayat, cennet, cehennem gibi kavramlar da yoktur. Günümüzde de birçok Yahudi bu kavramlara inanmaz. (Bak: Immortality of the Soul)
  
Ölümsüz ruh Yeni Ahit’te de geçmez. İncillerde vurgulanan İsa’nın öldükten sonra dirildiği, insanların da sonunda dirileceğidir. Vücut öldükten sonra da yaşamaya devam eden ruh anlayışı Hıristiyanlığa 2. yüzyıldan sonra Yunan felsefesinin etkisiyle girmiştir.

Aynı şekilde ölümsüz ruh anlayışı Kuran’da da yoktur. Kuran’da geçen “ruh” kelimesi insan ruhu değil Allah’a ait kozmik bir ruh (vahiy veya Cebrail) anlamında kullanılır. İnsana ait olan “nefs”tir. Bu da can, öz, vicdan, benlik veya insanın kendisi anlamlarında kullanılır. Nefsin bedenden ayrı var olabileceğini veya ölümsüz olduğunu açıkça söyleyen hiçbir ayet yoktur. Buna rağmen birkaç ayet geleneksel olarak bu anlamı verecek şekilde yorumlanır. Bunlardan ikisine kısaca bakalım.

Zumer suresinin 42. ayeti şöyle der: “Allah ölüm anında nefsleri öldürür. Ölmeyenleri de uykusunda. Böylece ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini belirlenmiş bir zamana kadar bırakır. Bunda muhakkak düşünen bir kavim için işaretler vardır.”

Kelimesi kelimesine yapılan tercümeden anlam çıkarmak zor olmakla beraber buna geleneksel olarak verilen anlam şudur: Ölüm anında da, uyku sırasında da Allah insandan nefsini (ruhunu) alıyor. İnsanın ölüm vakti gerçekten gelmişse nefsi geri vermiyor, sadece uykuya dalmışsa uykunun sonunda geri veriyor. Buradan nefsin vücut dışında da var olabilecek bir varlık olduğu anlamı çıkabilir. Fakat ayette nefsin bilinç anlamında kullanıldığı ve Allah’ın mecazi olarak alıp geri verdiği de pekala düşünülebilir.

Araf suresinin 172. ayeti şöyle der: “Ve Rabbin Ademoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları nefslerine şahit tuttu: “Rabbiniz değil miyim?” “Evet, şahit olduk” dediler. Kıyamet günü “biz bundan habersizdik” demenize karşı.”

Çok değişik şekillerde yorumlanmış bu ayetin sık rastlanan bir yorumu şudur: Daha insanlar yaratılmadan nefsleri (ruhları) yaratılmıştı. Bu ezeli ruhlar meclisinde Allah onlardan kendisini rab olarak tanıyacaklarına dair söz alır. Bu gene ruhun vücut dışında var olabileceği anlamına gelir. Fakat burada da farklı yorumlar mümkün. Birincisi, ayet zaten vücuttan soyutlanmış ruhlardan değil Ademoğullarından, yani bildiğimiz insanlardan bahsediyor. Nefsine şahit tutmak da insanı kendi sözüne karşı şahit tutmak diye düşünülebilir. Zaten insanın vücudundan önce ruhunun yaratıldığı fikri Kuran’ın başka hiçbir yerinde geçmez.

Sonuç olarak Kuran’da da Tevrat’ta ve İncillerde olduğu gibi vücuttan ayrı var olabilen bir ruh anlayışı olmadığını söyleyebiliriz: İnsan nefsiyle beraber ölür ve sonra nefsiyle beraber dirilir.

Sonuç

Gördüğümüz gibi ruhun varlığına inanmak için ne felsefi, ne bilimsel ne de dinsel bir sebep var. Şaşırtıcı ama öyle: Ruhunuz yok.

Kaynak